UA-48803772-1

31 Ekim 2014 Cuma

Dua Dua Dua

     Yerin 300 küsür metre altındaki bir madende ve tonlarca suyun içinde 18 kişi ve dışarıda bekleyen yakınları....Tam dört gün oldu. 
     Umut çok illet bir şey. Nefret edilesi bir duygu bazen.
   Herkes, ilgili bakanlar, arama kurtarma ekipleri, uzmanlar bilmem kimler artık umutlar tükendi demeye başladı ya siz bir de onların yakınlarına sorun, umutlar tükendi mi? 
   Evet, benim de içim acıyor, ama dışarıdan bakan biriyim, düşünüyorum; Hani bir yere saklanmış olsalar, suya karşı barikat kurmuş olsalar, iyi kötü susuzluk yaşamazlar, yiyecek olmasa bunca zamandır dayanmış olsalar. Olamaz mı? Eğer içeridekilerden biri yakınım olsaydı buna öyle güçlü bir şekilde inanırdım ki.  
     İşte dedim ya umut bazen iyi, çoğu zaman kötü bir duygu. Insanı yavaş yavaş bitiren, mahfeden bir duygu. Uçsuz bucaksız, ayarsız belki bazen usturupsuz. 
     Ama Allah'tan ümit kesilmez değil mi? Evet umut etmek Allah' a varlığına inanmaktır bir nevi. Ol deyince olduransa o biz de inanırız, umut etmeye devam ederiz o zaman.  
     Allahım  sağsalim sevenlerine kavuşmasını nasip et. Âmin 
     

30 Ekim 2014 Perşembe

Baba Yapma


     Dün gece bir komşumuzun kavga seslerini dinledik. Hayatımda ilk defa bu kadar uzun süren, bu kadar şiddetli bir kavgaya şahit oldum. Korktum, ağlamaklı oldum. 
   Insan gerçekten üzülüyor. Çığlıklar, kırılan eşyaların sesi, şangırtılar.. Bana en çok dokunan çocukların ağlaması oldu. Ebeveynlerin çocukların  yanında kavga etmesinin bir yaptırımı olmalı bence. Sağlıklı bir toplum için bu gerekli.
    Şimdi bu yazdığıma ben de güldüm sevgili okuyucu. Haklısın. Kadınlar orda burda, sokakta kocaları tarafından öldürülürken peyy, ben kalkmış çocukların yanında kavga etmesinler diyorum. Komik di mi?  İşte sistem o kadar bozuk ki, bir sürü can acıtıcı sonucu var. Nerden başlanır, nasıl düzelir bilemiyorum. 
     Yine eskilere gidiyorum. Biz on beş yıl aynı evde oturduk. Çocukluğum ve gençliğimin bir kısmı bu evde geçti. Komşularımızla öyle sıcak iliskilerimiz vardı ki, kapılarımız açık olurdu çoğu zaman. Herkes birbirinin derdini tasasını bilirdi. Komşulardan biri kavga edince, kavga sesleri duyulunca hiç çekinmeden kapıları çalar, müdahale ederdi diğerleri. Kavganın şiddetine göre bazen babalar toplaşıp giderdi. Ortalık hemen yatışır, çay içilir, konu kapanırdı. Bazen gülünürdü bile. 
     Zaman algımızı da değiştiriyor. Şimdi düşününce özel hayata müdahale, mahremiyet yoksunluğu gibi görünüyor. Ama o zaman gayet normaldi. Kavga varsa müdahale de vardı. 
    Şimdi ise, kimse oralı olmuyor. Olan da gürültüden rahatsız olduğu için, kendini düşünerek müdahale etme gereği duyuyor. Ne yapıyor, polis çağırıyor ya da site güvenliğine haber veriyor. Çok sevgili kulakları rahatsız olmasın diye, malum hepimiz sevgi pıtırcığıyız ya kavga falan bilmeyiz, kavga eden de ne hali varsa görsün, rezil oluyosa olsun. Mantık bu. 
     Oysa ki, empati kuruyorum da, kavga eden çiftler ya da aile bireyleri bu kadar maddi ve manevi tahribattan sonra kapılarında polisle karşılaşınca ne hissederler, nasıl üzülürler, mahçup olurlar ve birbirlerine daha da bilenmezler mi? Haksız mıyım ama? Hepimiz öyle böyle tartışma gerilim yaşıyoruz. İster miyiz böyle bir şeyle karşılaşmak? 
    Karı koca kavgası hele çok hassas bir konu. İnsan karışmak istemiyor ama bir yandan da korkuyor, ya birine birşey olursa. 
   Dün bunu düşündüm örneğin. Eşime gidip kapılarını çalmayı teklif ettim. Şikayet babında değil insanca, kardeşçe, arkadasça hani. Belki biz gidince o öfke nöbetinden çıkarlardı. Eşim kabul etmedi tabi. Onlar karı koca biraz sonra barışırlar, dedi. 
    Yeni taşındıkları için tanımıyoruz onları. Nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Belki adamın elinde bıçak vardır. O sinirle sana saldırır. Olamaz mı, olabilir. Modern zamanların bize abasının altından gösterdiği sopası bu. Tehlike görünce uzaklaş oradan. Başına bişey gelmesin. 
    Böyle neresinden tutsan elinde kalan bir konu bu. Ne diyeyim. 
    Allah ağzımızın tadını bozmasın. 
    Imza: Hayriye Hanım

29 Ekim 2014 Çarşamba

İstanbul' da Sonbahar


     Sonbahar en güzel mevsim bence. İnsan bi dinginleşiyor, bi içine dönüyor. İlla ki hüzünleniyor da.        Zaten bu mevsime boşuna hazan dememişler ya. Hüzün mevsimi işte. 
   Sararan yapraklar, yağmurlar da insanın hüznüne hüzün katıyor işte.
   Şuanda yağmur yağıyor, camdan manzarayı izliyorum. 
    Sarı yaprak falan ara ki bulasın. Ağaç yok ki yaprak olsun. Gri, çirkin bir görüntü var. Çirkin çirkin yapılar, bitmemiş inşaatlar, her inşaatın yanında o sevimsiz vinçler... Artık her yerde 20 30 katlı binalar var. Sanırsın New York burası. Sanki kim en yüksek binayı dikecek yarışı var. 
    Böyle durup bakınca dünya ne kadar sahici görünüyor. Binalar, ağaçlar, uçaklar...herşey öyle yerli yerinde ki insan bu dünyanın bir sonu olacağına şaşırıyor bazen. Ne kadar inançlı olsak da ölüm diye bir gerçek olmasa inanamayacaktık belki. 
    Off nerden girdim bu konulara. Bi sigara yaktım, yağmuru izledim kafa nerelere gitti. 
    Iyi ki varsın canım blogum. Sayende istediğim kadar saçmalayabiliyorum. Muckks! 

28 Ekim 2014 Salı

Gudu' nun Annesinin Arıyla İmtihanı


    Hep dakik, düzenli, programlı olmak zorunda mıyım? Bırak dağınık kalsın diyemeyecek miyim bi kere. Tamam çok mükemmelim (çok mükemmel ne demek) hatta çok çok mükemmelim(???) biliyorum, ama o da bi yere kadar canım. 
    Bazen canım kahvaltıdan sonra masayı toplamak istemiyor. Bazen masayı topluyorum da canım boşları makineye doldurmak istemiyor. Bazen evin her bir metrekaresine oğlumun üç oyuncağı düşüyor. Bazen de katlanacak çamaşırları getirip salonda koltuğa yığıyorum. Onları da toplamak, katlamak vs istemiyorum. Kendi evimin dağınıklığında rahatsız edilmeden dinlenmek istiyorum.       Neden beni rahatsız ediyorlar ki? 
    Ev dağınık mı, hemen ani misafir gelir, misafir gelmezse evi hep bal dök yala kıvamında olan komşu abla oturmaya gelir, o da olmadı kargocu çalar kapıyı ya da sitenin teknik personeli ya da başka alakasız biri. Bi bırakın azıcık miskinlik yapayım. Ama yok. 
     Bugün de iki arı geldi. Evet evet arı. Bal arısı. 
     Yani kahvaltıda reçel yemek ve sonra reçel kâsesini mutfak tezgahına bırakmak suç mu? 
     Ben haşerattan hiç hoşlanmam. Ölüsünden bile korkarım. Karşılaşınca sırtıma ürperti gelir. Eşim evde yokken görsem huzurum kaçar. Olduğu odanın kapısını kapatır, asla uğramam. Bir hamamböceği yüzünden evi terkettiğimi bilirim. 
      Bu arılar da öyle hayvanlar ki, bi geldiler mi gitmek bilmiyorlar, dolaşıp duruyorlar sarhoş gibi. 
Önce biri geldi. Mutfaktan girdi hop salona. Sonra da diğeri. Gudu salondaydı. Ben hemen taarruza geçtim. 
      Oğlum söz konusu olunca ben bırak arıyı, bırak böcek fobisini vahşi bir amazona dönebilirim. Bir aslana tekme atabilir, bir yılanı kuyruğundan tutup havada  sallayabilirim. Annelik iç güdüsü bu. Başka şeye benzemez. 
     Nitekim arılar eve gelince de öyle oldum. Önce bir havlu ile düşmana koşan bir cengâver gibi onları püskürttüm. Ara ara üstüme üstüme pike yaptıklarında çığlıklar atmış olabilirim. Ehheh, minicik sesler çıkardım diyelim. 
    Onları öldürmeyi asla istemedim ama. Hayvanlara eziyet edilmesine karşıyım ben de her duyarlı insan gibi) amacım pencereden dışarı çıkmalarını sağlamaktı. Ama inat ettiler. Ikiye karşı bir kişiydim ve ayrıca ortada savunmasız bir bebek vardı. Başka çarem yoktu. Ben de dolaptan sineksavarı çıkarıp püskürttüm. Nasıl bir tepki vereceklerini bilmiyordum; Öldüler. :((
   Böyle can çekişe çekişe ölmelerini istemezdim. Ki bu kadar korkmama rağmen zaman zaman hayvanların hayatını kurtarmışlığım vardır. Bir kaç defa ters dönen böcekleri düzeltmişliğim, bir yavru kediyi sıkıştığı yerden kurtarmışlığım bile var. (Ben bir kahramanım) 
    Evet öldüler. 
  Oğlumla, muntazam pankeklerim, yazın yaptığım şeftali reçelimle geçirdiğim oyunlu moyunlu keyifli sabah iki arının cesediyle son buldu. 
    Çok hazin. 


27 Ekim 2014 Pazartesi

Bir Türkiye gerçeği: Lc Waikiki


     Ben neredeyse otuza merdiven dayadım ve daha ben küçükken vardı bu marka. O zaman yaşadığım küçük şehirde sadece bir tane mağazası vardı. Ama öyle çok da alışveriş yapmazdık oradan. O zamanlar pahalı bir marka mıydı yoksa biz mi çok fakirdik bilemeyeceğim.😂
      Sonra biz büyüdük ve kirlendi dünya. Yok yok onu demeyecektim. Sonra biz büyüdük ve her köşebaşına bir avm açıldı neredeyse. Her avm ye de bir LCW mağazası. Büyüdükçe büyüdü o da. Maşallah diyelim. Şimdi bir yerli marka neticesinde. Gurur verici bence bu. 
    Öğrencilik zamanlarında giyerdim. Sonrasında da zaman zaman giydim. Ama benim asıl hamileliğimde kurtarıcım oldu. Hamile giyimi gerçekten piyasaya göre gayet iyi ve süper ucuz. Ben farklı farklı mağazalarından renkli ve dar kesim hamile pantolonlarının her rengini almıştım. 30-40 lira arası bi fiyata. Hem çok rahattılar hem de sayelerinde kıyafet bulamadığımdan tarzımın dışına çıkmak zorunda kalmamış oldum. Bütün hamilelik boyunca o pantolonları giydim. Üstüne de bir şeyler uydurdum işte. Renk renk oldukları için çok sıkılmadım da. Daha ne olsun. 
       Şimdi de oğlumun kıyafetlerinin yüzde doksanını ordan alıyoruz. Yine ucuz ve nispeten kaliteli olduğu için. Zaten oğlumun kıyafetlerinde öyle aman aman kalite aramıyorum. Birkaç ay içinde hem küçülüp hem de sık yıkanmaktan çöp oluyorlar sonuçta ne gerek var o kadar para dökmeye. 
Şimdi gelelim madalyonun öbür yüzüne; Pişti olma ihtimaliniz o kadar ama o kadar yüksek ki sormayın. Sokakta sizinle neredeyse aynı kombini yapmış kendinizin bir kopyasını bile görebilirsiniz. O derece. Pişti olmayı önemsemiyorsanız sorun yok. Ben feci bozulurum. Hiç hoşlanmadığım bir durum. 
      Ama çocuklarınıza giydirelim, giydirin. Çocuklar pişti mişti anlamaz nasılsa. Zaten hastaneye, parka falan gittiğimde bizim evdeki kıyafetlerin hepsini görüyorum neredeyse:)) Kızılay dağıtmış derler ya. Abartmıyorum. Ahahhah, çocukları karıştırmasak orda burda. 
      Alternatif olarak c&a var h&m var. Onlarında çocuk kreasyonları fena değil. Fiyatta da öyle çok fazla bir fark yok. Ama ayağımız alıştı işte bi kere. Hem de LCW yerli malı. Demiştim ya. Bunu ben çok önemsiyorum artık. 
      Bir de son dönemde mağazalarda çaldıkları bi şarkı var. Çıktıktan sonra da uzun bir süre dilinize dolanıyor: hayat bana waikiki vay vay waikiki waikiki waikiki vay vay:))
       Son olarak onlara bir önerim olacak. Bebek ve çocuk kıyafetlerinde şu iç etiketleri yapmasalar ne güzel olacak. Hele zıbın vs gibi tene temas eden parçalarda. Onları kesecem, koparıcam diye uğraşıp duruyorum. Ne gerek var di mi? 
      He bi de benim de düşündüğüm, sağdan soldan da çok duyduğum bir husus var ki züğürdün çenesi hesabı: bayramlarda ciroyu beşe ona katlıyorsunuzdur hee, bayram size güzel valla, sizi sizi. 
Neyse Allah daha çok versin. Bir sosyal tespitimizin daha sonuna geldik. Öptüm. Bye. 

25 Ekim 2014 Cumartesi

Uyumak Ya Da Uyumamak İşte Bütün Mesele Bu

      Bugün doktora gittik, aşılarımızı olduk. Gudu oğlanın uyku problemine ise çözüm bulamadık. Hani kıl kurdundan şüpheleniyordum ya tahlil için kakasını hastaneye götürmemiz gerekiyordu.  Ama Gudu beyin her günkünden erken yapası tuttu. En fazla 40 dakikada yetiştirmek gerekiyomuş.  Bunu hiç bilmiyordum ama süper akıllı olduğum için önceden doktoru arayıp sordum. Ve tabi ki biz yetiştiremedik. Hastane biraz uzak olunca ve trafik olunca elimizde kaldı kakalı bez. Yakın bir hastanede tahlili yapıp doktora mail atacağız. Bakalım ne olacak. 
      Doktorumuz çok ilgili, dikkatli ve temkinli bir doktor. Hani öyle rahat, herşeye normal diyen biri değil. Buna rağmen geçen gidişimizdeki sonuçlarına bakıp muayene ettikten sonra gündüzleri herhangi bir sorunu yoksa, psikolojik anlamda da bir değişiklik(anneden ayrılma, yeni kardeş, taşınma vs) söz konusu değilse gece uykusuzluğunun normal olduğunu söyledi. Gudu yaşındaki çocukların gece en az üç defa uyanmaları normalmiş. Öncesinde güzel uyurken de birdenbire bozulması da normalmiş eğer bir rahatsızlığı varsa gündüz de illa ki farkedilirmiş. Hepsi mantıklı. Ama biz hala uykusuzuz.:((
      Ha bi de gece terörü demiştim di mi? Doktor bey bunun için yaşının küçük olduğunu söyledi. Sanki bıyıkaltından güldü de😃 
       Of neyse yavru iyi olsun da uyumasın ne yapalım. 
       Sevgiler. 

22 Ekim 2014 Çarşamba

Uyku, Uyku, Uyku

     Gudu uyumuyor.
     Ne oldu bu çocuğa bilmiyorum ki. Günler oldu, hatta nerdeyse bir ay olacak. Sanki birden 1,5 yıl öncesine, Gudu 'nun yeni doğduğu günlere döndük. Geceleri mışıl mışıl uyuyan çocuk gece uykusuna yatıyor ya bir saat sonra tekrar uyanıyor. Sonra da her saat başı. Ağlıyor, huysuzlanıyor, oturuyor, kalkıyor. :((
     Doktora günler önce gittik. Tahliller, testler yapıldı, edildi. Sonuç: bişeyi yok, vitamin şurubuyla eve döndük. Çok şükür tabi. 
      Ama bebeğim hala uykusuz, ben de ve eşim de. :((
      Bu süreçte neler yaptık, neler.. 
    Yatış yönünü değiştirdik, geceliğini değiştirdik, iki gece yatağını değiştirdik, korkuyor mu acaba diye yattığı yere Kuran'ı Kerim koyduk, cevşeni zaten vardı, ama bir de korku için dualar okuyup üfledik. Acıkıyor mu diye yemeğini geç yedirdik, yediği rahatsız mı ediyor diye erken yedirmeyi de denedik. Geç yatırdık, erken yatırdık, sıkılıyor mu, yoruluyor mu, canı mı acıyor diye diye bi ayı geçirdik. Hatta iki gece belki uyur da biz de biraz dinleniriz diye Calpol içirdik. Bana mısın demedi
     Sonuç hala yok. Hala gecede en az beş defa uyanıp ağlıyor, hemen dalmıyor öyle, ayağa kalkıyor ya da oturuyor. Bazen yatağımıza geliyor, dalıyorum, bi uyanıyorum totosu yüzümün üstünde, bazen de babasını tekmeliyor. 
    Madem görünür bir sağlık sorunu yok deneme yanılma ve gözlem yoluyla buluruz dedik ama bulamadık. 
      Bu arada tecrübelilere danıştık bolca, internette araştırdık, kafa patlattık. 
    Nihayet ben dün bir teşhis koydum. Daha önceki teşhislerimden sonra eşimin tepkisi 'yine icat çıkarma' oldu. Ama ben bu sefer neredeyse eminim. Sanırım Gudu mun bağırsaklarında parazit var.                Görünürde bişey yok ama bütün belirtiler onu gösteriyor. Benim annelik içgüdüm de öyle diyor. 
      Bakalım yarın doktora gideceğiz 18 ay aşısı için, artık belli olur. Eğer o değilse de başka teşhisim yok. Gece terörüdür deyip kendi kendine geçmesini bekleyeceğiz. 
      Inşallah en kısa zamanda yavrum iyi olur. Biz de ailecek eski uyku düzenimize geri döneriz. 

21 Ekim 2014 Salı

Bebekle Yolculuk part2

    Öncelikle yazıma daha anne olmamışken, yaptığım yolculuklarda, benimle aynı otobüse, uçağa çocuğuyla binen tüm annelerden gıyabında özür dileyerek başlıyorum; çok pişmanım, huzursuzlanan, ağlayan, gürültü yapan, yanıma oturmuşsanız ayakkabılarının altını üzerime koyan, arka koltukta oturuyorsanız koltuğumu tekmeleyen yavrularınızdan dolayı sinirlendiğim ve sizi de içten içe rahatlıkla suçladığım için. 
     Sanırım ben de çocuk sahibi olmaya karar vermeden önce çocuklardan hoşlanmayan o sevimsiz güruhtaydım. :((
      İnsan çocuğu olmadan önce, çocuk yetiştirme konusunda amma eleştirmen takılıyor. Çocuklarda yanlış bir davranış görmesin, hemen cıkcıklamaya başlıyor. Aa, bak hele nasıl yetiştirmişler! Hiç terbiye vermemişler bu çocuğa! Çok şımartmışlar çok! Çocuğuna sahip çıkamıyor, ne biçim anne, ıyy! 
      (Lafı geçmişken bunları çok bilmişlikten söyleyenler de var ama konumuz onlar değil) 
:)) bunları ben de içimden geçirmişimdir zaman zaman. ( yine insan çocuk sahibi olmadan önce kendini mükemmel ebeveyn adayı olarak görüyor. Ayrıca kendine bayılmasından mütevellit çocuğunun da ekstra akıllı, ekstra uslu, ekstra güzel, şeker mi şeker bir çocuk olacağından hiç mi hiç şüphe duymuyor. ) 
     Öyle olmuyor ama. Zamanı gelince orda burda yere oturmuş, inatla kalkmayan, istediği oyuncak alınmadığı için çığlık çığlığa ağlayan, markette çikolata için ortalığı birbirine katan çocuklardan birinin annesi de siz oluveriyorsunuz. Ohh ne güzel! 
   (yer yer sizinle karşılaştığımda evet sizin hatanız sonucu bu çocuk böyle davranıyor diye düşünmüştüm ya, sizden de özür diliyorum çok değerli ablalarım) 
     Velhasıl dostlarım, mükemmel anne, mükemmel çocuk, mükemmel çocuk yetiştirme yoktur. Önce bu konuda netleşelim. Evet bilinçli davranma, sevgiyle ve sükunetle yaklaşma, disiplin sağlama, anne babanın organizesi yani kısaca iyi yetiştirme için çaba gösterme vardır. Ama çocuğun kişiliği, genetik unsurlar, dede-nine, teyze-hala, dayı-amca gibi çevresel faktörler ve iki yaş sendromu da vardır. Yani demek ki ne oluyormuş? Biz mükemmel, dört dörtlük olmadığımız gibi çocuklarımızda öyle olmuyormuş, tıpkı anne babamızın mükemmel olmadığı gibi. 
     He ne demiştik. Uçağa, otobüse mi bindiniz? Çocuğunuz durmuyor mu? Kasmayalım sevgili anneler! ne kendimiz sinirlenelim, ne çocuğumuzu harap edelim. Onu öpelim, konuşalım, dikkatini dağıtalım. Ama çocuğumuzun 'çocuk' olduğunu kabul edelim. Ağlıyorsa ağlıyordur. Ne yapalım yani, keselim mi kendimizi alla alla.  Ağlıyorsa gerilmeyelim, gerilip onun daha çok ağlamasına mahal vermeyelim, kendimizi rezil olmuş hissetmeyelim, onunla inatlaşmayalım. 
      Bakın ben özeleştirimi yaptım, biri bize rahatsızlık duyduğunu belirten bi bakış mı attı? Biz de ona çocuğun olunca görürsün bakışı atalım. Ikoncan teyze, cık cık bir çocuğu susturamıyor mu dedi duyacağımız şekilde, onu sallamayalım, gülüp geçelim. Beyaz yakalı tabir edilen ama artist tipli biri yanınızda oturmuşsa ve çocuğunuz ağladıkça oflayıp pufluyorsa, onu da sallamayalım, ya da ağzına kürekle vursak mı, bilemedim şimdi. 
       Hadi selametle. 


Not: Gudu şimdiye kadar yaptığımız bütün yolculuklarda, genelde uyumuş, uyanık olduğu zamanlarda da neşeli bir şekilde ya oyuncağıyla oynamış, ya da tıkınmıştır. Yazdıklarım gayette bizi anlatıyor olabilirdi tabi. Ya da bir gün olacaktır belki. Ama bunlar benim genel gözlemlerim ve genel düşüncelerimdir. Gercek olaylardan esinlenilmiştir. Her hakkı saklıdır. Yayın ve yapımda emeği geçe... Tamam tamam gidiyom. 

20 Ekim 2014 Pazartesi

Bebekle Seyahat


    Herhalde bebeğimi büyütürken beni en zorlayan şeydir yolculuk yapmak. Zaten yolculuk normalde de benim için stres kaynağıdır. Hep ya bişeyi unutursam, ya evde bir şeyi açık bırakırsam, ya geç kalırsam, yetişemezsem diye kendimi yer dururum. Bi de uçuş fobim var ki, o da üstüne bal kaymak oluyor.
    Ki defalarca bişey unutmuşluğum, uçak kaçırmışlığım, havaalanında tam uçağa giderken kimliğimi kaybettiğimi farketmişliğim var. Bir de dehşet derecesinde panik eşimi ekleyin üstüne. Offf, ben çok yaşamam bu gidişle.
  Günlük hayatta eğer dışardaysam ve üzerimde sadece telefonum varsa yeterli. Kendimi rahat hissetmeyi öğrendim. Kendime telkin ede ede. Ama Gudu söz konusu olunca yine stres yapıyorum. 
Şehir içinde bir yere giderken bile, her seferinde bişeyi yanıma almayı unutuyorum. Her seferinde ama. Belki de arayıp arayıp eksik bişey uyduruyorum.
   Bu Gudu' nun battaniyesi olur, suluğu olur, yedek çorabı ve ya atıştırmalık bişeyi olur, hiç farketmez. Şöyle bi aklımda tarıyorum ve eksiği buluyorum. Bingo! Iyi halt ediyorum. 
Heryere arabayla gittiğimizi düşünürsek yokluğu sorun olmayacak ve ihtiyaç halinde bi yerden rahatlıkla alınacak şeyler. Ama işte gel de anlat. 
   Yakında bir uçak yolculuğumuz var. Ve ben yine stres yapmaya başladım. Tam donanımlı bir şekilde gitmemiz lazım ki ben hem uçakta kalbim güp güp atarken bir de bunları kafama takmayayım. 
    Bu kadar korkup yine uçak yolculuğu tercih etmemin nedeni mi? Başka seçeneğim yok. Ailelerimiz bizden çok uzaktalar:(( 
   Ayrıca düşündüm de, bebekle yolculuk konusunda annelere çok değerli tavsiyeler verebilirim. Öhmm!!!

19 Ekim 2014 Pazar

Sen İnsansın

     Sosyal medya kullanmaya başlamamla, insanlardan hazzetmemeye başlamam aynı zamana denk geliyor. Hatta insanlar neden bu kadar kötü, dünya ne kadar salak bi yer, hayat çok acımasız gibi ergen triplerine giriyorum bazı bazı. 
     Dünyanın en iyi, en tatlı, en masum cümlesini yazsan bi sosyal mecraya, illa muhalif olan çıkıyor. Arkadaş hepimiz insanız, neden bir ortak paydamız yok. Bütün iyi duygular hepimiz için değil mi? Göreceli olamayacak kadar net iyi ve kötü yok mu bu hayatta? Neden hemfikir olamıyoruz? 
     Savaşın sürdüğü bir bölgede (neresi olduğu farketmemeli di mi?) toz toprak, kan ve acı içinde bir çocuğun resmi var. Hani bakınca insanın içi ezim ezim eziliyor, boğazı düğümleniyor. Gelen yorumlara bakınca o üzüntüm öfkeye dönüşüyor. Yuhh! Diyorum. Siz insan mısınız? 
    O savaş olan ülkenin yöneticilerinin yanlış yönetmesi yüzünden bu durumu haklı bulanlar, diğer ülkelerin halklarının hiç umrunda değilken benim ve benim gibi düşünenlerin umrunda olmasının altında bi anlam arayanlar, savaştan bizim ülkemizin dolaylı olarak gördüğü zarardan dolayı o çocuğa kızgın olanlar bile var. Daha neler var neler. Küfür ve hakaretler, bir canlının düşünemeyeceği ve dile getiremeyeceği kadar alçakça sözler...
   Hele acımasızca yorum yapanların bazılarının anne olduğunu görüyorum ya, kolum kanadım kırılıyor, enerjim tükeniyor. 
      Çocuk diyorum ya. Korkuyor diyorum, yüzü kanıyor, ağlıyor diyorum. Bu yeterli değil 
mi? Banane şundan, bundan, yaşadığı ülkeden, hatta anasından, babasından, mensup olduğu dinden, mezhepten! Çocuk diyorum çocuk. Hani sizin o hasta olunca hastanede doktoru dövdüğünüz, bi milyon oyuncak aldığınız, doğum gününe, sünnetine okuluna deli paralar harcadığınız sizin çocuklarınız gibi. 
     (O masum yavrularınızı da kendi gerçeklerinizle büyüteceksiniz ya. Yazık onlara.)
Sizi hiç sevmiyorum benciller, gamsızlar, hissizler, cahiller. Kalbiniz eğer ki bir gün yumuşarsa, yaşayacağınız vicdan azabınızdan korkun. Aynı kalple yaşamaya devam edecekseniz de Allah'ın gazabından korkun. 
    Off of! Ne diyeyim ki ben. Neyse ki Allah'ın adaleti var. Neyse ki hesap günü var. Neyse ki! 

18 Ekim 2014 Cumartesi

Gudu' ya Mektup

      Sevgili Guducum
      Hiç bahsetmiyorum bu ara senden. Öncelikle seni çok seviyorum. Bunu bil. Ama bazen beni öyle yoruyorsun ki. Üç gün sonra tam 18 aylık olacaksın ama sanırım sen iki yaş sendromuna girdin. Herşeyde ısrar kıyamet. Hep bi agresif, bi huzursuz. Evet, evet bu iki yaş sendromudur kesin. Değilse yapma dediğim şeyleri yapınca aldığın zevkin bi açıklaması olmalı. 
    Yere oturma dediğimde gidip bir de sırtını duvara dayayıp sırıtarak oturman, masanın örtüsünü çekme deyince, komple tutup yere indirmen. Bunları yaparken bu kadar eğlenmen, kahkahalar atman. Senin annene garezin mi var yavrum? 
     Sana kızmıyorum. Ama bazen sesimin desibeli yükseliyor tabi. O esnada da gözlerindeki anlam değişiyor, hemen farkediyorum. Bazen alt dudağın kıvrılıyor. Kıvrık kalıyor bi süre ama ağlamıyorsun, benim gönlünü almamı bekliyorsun. Ah sen ne fenasın Gudu. 
      Bu aralar telefona ve bilgisayara sardın. Hep telefonda resimleri ve videoları izlemek istiyorsun. Ki yüzde doksanı sana ait. Parmağınla videoları ekrandan kaydırıyor, kaydırıyor, babanla çektiğin videolar çıkınca sırıtarak onları izliyorsun. Babanı işteyken çok özlüyosun biliyorum, ama telefonla bu kadar haşır neşir olmanı istemiyorum. Evet, oyun oynamıyorsun, ki telefonlarımızda ya da bilgisayarımızda bir tane bile oyun yok zaten. Ama sonrası korkutuyor beni. Teknolojik aletlerin körpe benliğini ele geçirmesine izin vermeyeceğim oğlum. (Cümleye bak, yine mürebbiyeye bağladım)
     Inşallah seni hakkıyla yetiştirebilirim. İnşallah sağlıklı, akıllı, faydalı, inançlı, vicdan ve merhamet sahibi, sağduyulu, cesur, cömert ve özgüveni yüksek bir insan olursun. Hata yapacaksın elbette, hiç korkma hata yapmaktan. Ama yeter ki telafi etmesini ve özür dilemesini bil. Annen seni öyle çok, öyle çok seviyor ki, tahmin edemezsin bile. 
İmza: ağlak annen. 

11 Ekim 2014 Cumartesi

Incir ağaçları

                                                         
    Evet, incir ağaçlarını çok seviyorum. Bana hep sükuneti, yalnızlığı ama huzuru hatırlatır. Farkediyorum ki, İstanbul' da çok incir ağacı var. Yollardan geçerken onları izliyorum. Hep aklıma Necip Fazıl geliyor.
     Necip Fazıl' ı çok severim. Şiirleri zatıen baştacı. Ama ben onun karakterini, yaşantısını da severim. Hayatında doğru yola ulaşmış ve bu yol üzerindeyken yaşamını yitirmiş şanslı bir insan aynı zaman da. Ben hep müslümanlığı sonradan keşfedenlerin (müslümanlığı keşfetmek için illa gayrimüslim olmak gerekmiyor tabi.) dini daha güzel, daha içten, o veya bu tarafa çekmeden, tam da olduğu gibi yaşadığına inanırım. Hatta genelleme bile yapabilirim. Nedenini ise tam bilemiyorum. Belki geç bulunup, kıymet verilmesi söz konusudur. 
     Bir Adam Yaratmak. Necip Fazıl' ın tiyatro eseri. Lisede okumuştum. O kadar etkilenmiştim ki. Belki de incir ağaçlarını sevmeye başlamam o zamana denk gelmiştir. Keşke birgün sahnede izleme şansım da olsa. Ama denk gelmedim hiç. 
Madem Necip Fazıl dedim, kapanışı da onun dizeleriyle yapayım. En sevdiğim şiirinin son dizeleri:
Mehmedim sevinin başlar yüksekte
Ölsek de sevinin eve dönsek de 
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte 
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir
Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir