Şu son bir kaç sezondur baykuş ne kadar revaçta di mi? Bir baykuş, iki kurukafa. Kurukafadan hiç hazmetmem. Ürkütücü olmasından ziyade sevimsiz, hiç bir zerafeti yok. Baykuş ise öyle şirin şekilde tasarlanıyor ki, eskiden sevmeyenler bile kullanıyorlar baykuşlu ürünleri.
Misal ben.
Peki ben niye sevmezdim?
Hep bu çokbilmişler yüzünden. Tarih boyunca çokbilmişler hep vardı. Ve bunlar baykuşun uğursuz olduğuna karar vermişler ve öyle sürmüş gelmiş bu zamana kadar. Niye, ne olmuş da vermişler? Hiç. Bununla ilgili bir kaç mistik hikaye duydum ama mantıklı bi açıklaması yok. Uğurun, uğursuzluğun ne mantığı olacaksa. Laf işte benimkisi de. Hayır, zavallı hayvandan ne istiyosunuz?
Sayenizde ben de küçükken baykuşları uğursuz hayvanlar olarak bilirdim. Hatta çocuk aklımla nerden duymuşsam baykuşla gözgöze gelenin ölümünün yakın olduğunu öğrenmiştim. Ne kadar feci.
Durum böyleyken benim baykuşlarla yüzyüze iki tane karşılaşmam var.
Ilki tam da böyle ne duysam inanacağım yaşta yani seneler, seneler öncesine ait.
Ortaokulda sınıfça gidilen bir piknikteydik. Ben ve en yakın arkadaşım Deniz ( hala da öyle) keşfe çıkmış ve piknik alanından az biraz ötede dalları kırmızı kırmızı vişnelerle dolu bir ağaca rastlamıştık. Söylemeye gerek yok dadanmıştık tabi ki. Hatta diğer arkadaşlarımıza haber verip hep beraber ağacı talan etmiştik. ( aslında iyi çocuklardık biz, göz hakkı falan filan bir yere kadar, Allah affetsin ne diyeyim) sonra akşama doğru farkettik ki Deniz çok sevdiği saatini düşürmüş. Aramaya başladık.
Saati bulduk bulmasına da sevinmemize kalmadan bir ses; ikimiz birden dönüp baktık ve daldaki sevgili baykuşla gözgöze geldik. Allahım, bitmiştik biz. Al işte, sahibinden habersiz yediğimiz vişnelerin cezasını böyle genç yaşımızda ölerek çekecektik.( dedim ya iyi çocuklardık)
Hemen panikle olay mahallinden kaçtık. Pikniğin geri kalanında da tedirgin tedirgin oturduk. Hatta sonrasında da uzun bir zaman ya ölürsek diye korktuk. Çocukluk işte.
İkinci baykuş ile de birkaç yıl öncesinde eşimle ve arkadaşlarımızla birlikte yaptığımız Karadeniz gezisinde karşılaştım.Yavru bir baykuştu, ağaçtan düşmüş, yerde öylece yatıyordu. Yanımıza aldık. Ilk karşılaşmamızla arasından nerdeyse yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen yine az biraz tedirgin oldum, bilinçaltı diye bir gerçek var anacım. Ama ben gözgöze gelmekten kaçtıkça baykuşcuk boynunu çevire çevire gözlerini dikti durdu gözlerime. Zaten öyle minik, öyle tatlı, öyle savunmasızdı ki karşı koyamadım. Bakıştık durduk. Biz şehirden o gece ayrılacağımız için bir arkadaşımızın orada yaşayan arkadaşına bıraktık. İnşallah iyi olmuştur baykuşcuk.
Iste böyle.
Bu anlattıklarımdan sonra bi daha bir baykuş ile karşılaşırsak ona tavrım daha sıcak olacaktır. Hayvanlarla kurduğum mesafeli ilişkiye rağmen belki onu okşayabilirim bile.
Yaratılanı, yaratandan ötürü sevmek gerekir di mi? Suizanda bulunmadan, merhametle.
Mesela bu çokbilmişlerden bazısı da incir ağacını uğursuz saymış. En çok da sevdiğim ağaçtır incir ağacı. Incir kadar kudretli bir meyve veren ağaç nasıl uğursuz olur? Onlara Kuran'ı Kerim de Tin (incir) Suresi nin varlığını hatırlatırım. Şöyle ki;
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
1- Andolsun o incire, o zeytine,
2- Sinin (Sina) dağına
3- ve bu güvenli beldeye ki,
4- Biz insanı en güzel biçimde yarattık.
5- Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına kaktık.
6- Ancak iman edip yararlı işler yapan kimseler başka; onlar için kesilmez bir mükafat vardır.
7- O halde artık sana dini ne yalanlatabilir?
8- Allah hakimlerin hakimi değil mi?
Not: Incir ağacı dedim de aklıma geldi: Necip Fazıl ne büyük adamsın. Mekanın cennet olsun. ( devamı sonraki yazıda)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder