UA-48803772-1

28 Şubat 2014 Cuma

Rüyalarda Buluşuruz

    Bir kaç gündür gerginim. Çabuk sinirleniyor, sağa sola sarıyorum. Gudu' nun ayaklanmaya başlaması, eşimin işlerinin bu ara yoğun olması, bu nedenle akşam geç ve yorgun gelmesi, yirmi gün yanımda kalan anneciğimin gitmesi... Hepsi aynı döneme denk geldi ve ben dinlenemiyorum. Gergin olmamın nedeni de bu biliyorum. 
      Bu sabah öyle keyifli bir rüya gördüm ki; Bakırköy' de bir tane The Marmara Oteli açılmışmış, biz de ailece kral suitindeymişiz. Kocaman bir yatakta oğlumla gerine gerine çizgi film izliyorduk. (Sakin sakin oturuyordu o da!!?) Sonra eşim odaya geldi, ben de lobiye indim, limonlu sorbe yemeye. Öyle mutluydum ki! rüyamda dinlendiğimi görmek bile nasıl güzel bir histi. Yemek, temizlik vs. Hiçbir sorumluluk yok. 
      Belki rüyam biraz daha devam etseydi, gerçekten de dinlenmiş hissedecektim. Ama baba oğul her zamanki gibi beni uyandırdılar. Uyanınca ağlamaklı oldum, çünkü daha limonlu sorbenin tadına bile bakmamıştım. 
     Hiç yemedim. Nasıl bir şey olduğunu da bilmiyorum. Nerden bilinçaltıma geldi yerleşti bilmem. Zaten izin de vermediler yememe. Gel de gergin olma şimdi rüyada bile rahat yok. 
  Gerçi canım kocam boynumun bükülmesine dayanamadı, en güzelini bulacağına, beraber yiyeceğimize söz verdi. İnternetten baktık. Meybuz, ya da Adanalıların bicibicisi gibi bir şey. Bakalım bakalım. 
        Ama rüyam çok güzeldi ya:((

27 Şubat 2014 Perşembe

Gudu Yürüyor

        Oğlum yürüyor. İlk adımlarını yaklaşık iki ay önce daha dokuz ayı bitmeden atmıştı zaten. (Ben de sekiz aylıkken yürümüşüm) İlk yürüdüğü günü hiç unutmam. Bir anda ayakta durdu ve beş adım attı. Ben şoklarda.. hem ağlıyorum hem telefonda eşime anlatıyorum. Arada da yavruyu korkutacak bir sevinçle 'sen yürümeye mi başladın, büyüdün mü sen' diye bağırıyorum. :))
         Şimdi oğlum kendi kendine bütün evi dolaşıyor. Maşallah, şükürler olsun.
         Ama çok yoruluyorum ya.
     Herşeyi inceliyor. Kapıyla oynuyor, açıyor kapatıyor, açıyor kapatıyor, sonra gözü kalorifer peteğine çarpıyor, ona bir süre ellerini vurduktan sonra mutfaktaki damacanayı farkediyor, onu sürükleme çabaları boşa çıkınca perdeyi çekiştirmeye başlıyor, ordan sehpaya, ordan çekmeceye, ordan lavaboya. Allahım, bütün gün bu şirin yer cücesinin arkasında ordan oraya gidiyorum. 
        Kendince dünyayı keşfediyor, bu yüzden olabildiğince müdahale etmemeye çalışıyorum. Hayır kelimesinin anlamını biliyor artık. Hayır dediğimde hemen duruyor ne yapıyorsa, ama bu sefer ben onu kısıtlamış gibi hissediyorum. Ona haksızlık yapıyormuşum gibime geliyor. 
   Acaba minik oğlum çöp kutusuna dokunmaması gerektiğini, televizyonun kablosunu çekiştirmemesi gerektiğini, telefonumu dan diye yere fırlatmaması gerektiğini falan ne zaman öğrenecek? Belki o zaman biraz rahat ederim. 






22 Şubat 2014 Cumartesi


                          


      Eşimin tatil günü benim tatil günüm oluyor. Sabah veriyorum Guduyu kucağına, hadi yallah salona. Ben de biraz daha uyuyorum. Bu bir kaç saat uyku öyle iyi geliyor ki, bir kaç gün daha mutlu geziyorum.
         Bu sabah da eşim işe gitmedi. Guduyla kırk gürültüden sonra nihayet salona gittiler. Bu ev halkı hala huyumu çözemedi. Ben bir kere uyandım mı uyumam çok zor, anlayın artık. 
      Tam hafiften dalmıştım ki baba oğul tekrar damladı. Eniştem şehir dışında diye iki gecedir bizimle kalan ablamın bir iki saatlik bir işi varmış, halletmek için hep beraber dışarı çıkmaya karar vermişler, onu haber veriyorlar. Ben de uyurmuşum o sırada. Poff! Başa sardık gene. Uyu demek için uyandırıyorlar. 
         Pardon da beni neden yine uyandırdınız, hadi uyandırdınız, beni niye plana dahil etmiyorsunuz, hadi beni götürmüyosunuz oğlumu nereye götürüyosunuz? Biraz trip yaptım ama sallamadılar.
         Gudu doğduğundan beri evde o kadar tıkıldım kaldım ki, biri bakkala gitse kuyruk olasım var. 
       Gittiler. Uyudum mu? Uyumadım tabi. Uyku perim kaçtı bi kere. Kalktım. Önce bir bardak su içtim. Yüzümü bile yıkamadan saçımı bile toplamadan bir eti cin yedikten sonra Gudu görüp istemesin diye zulaladığım çakıl çikolataları, hariboları ve bilgisayarı da alıp geri yatağa yattım. Ay nasıl mutluyum ya.
         Önce hayıflandım, trip yapmasaydım keşke, biraz daha geç gelirlerdi böylece.  Sonra dedim yok yok geldiklerinde de surat asayım ki kahvaltıyı hazırlamak zorunda hissetsinler. Ehheh! Kıvrak zekamla bir kez daha gurur duydum. 
        Her sabahı aynı yaşamaktan ne çok bıkmışım. Hep aynı, yüzünü yıkama, nemlendirme, özenle kahvaltı hazırlama, Gudunun kahvaltısına ayrı özenme, yok kahvaltısına ceviz ezeyim, yok önce pekmez içireyim, yeşillikleri sirkede bekleteyim, eşimin kıyafetini ayarlayayım, onu uğurlayayım, masayı toplayayım,  yok bilmem ne! Neyim ben? başöğretmen mi, mürebbiye mi, arap kalfa mı? 
          Off, isyanım geldi.!
     Bu ara jelibonlardan çok bahseder oldum. Ama bu sabahki bir kaç saatlik özgürlüğümün başrolünde onlar vardı. Arada böyle yapmak lazım ya, böyle salmak, kendi düzeninin dibine vurmak, anneyim ben, nasılsa mecburen geri çıkacağım. 

20 Şubat 2014 Perşembe



Aradaki benzerliği yazdıktan sonra ( sanki yeni bir anakara keşfettim) resimleri ancak günler sonra yükleyebildim. Evde ne yazık ki, normal bir bilgisayar yok, şöyle faresi, klavyesi olan. Tablet var. Onda da herşeyler yapılabiliyor ancak öğrenmek zaman alıyor. Öğreneceğiz bakalım.

18 Şubat 2014 Salı

Candy Crush, hadi naş naş


      Pek bir meşhur, hep duyuyorum sağdan soldan, ismi de çok cici geliyor, ondan bundan gelen oyun davetleri falan derken oyunu telefonuma indirdim. Aman Allahım! Başbelası bu oyun. İllet birşey. 
       İki gün oynadım. Sonra bi de baktım ki ooo hayatım şeker patlatmadan ibaret olmuş. Gündüzüm oyun oynama, bu arada oğlumu ihmal mi ediyorum acaba diye vicdan azabı çekme ama yine de can kazanmak için zamanın geçmesini bekleme, gecem ise gözümün önünden geçen şekerleri bertaraf edip uykuya geçmeye çalışmakla geçiyor. Ikinci günün gecesi vicdan azabım tavan yaptı. Bu oyuna harcayacağım zamanı Guducan ile oyun oynamakla geçiririm, başlarım candysine de, jölesine de dedim ve bir hışımla kalkıp oyunu telefonumdan sildim. Ohh! Yol yakınken kurtuldum. Ki bir kaç gece daha gözümü kapatınca o lanet olası şekerlerin geçiti devam etti. 
       Bu oyun resmen gönüllü esaret. Ve o kadar çok level var ki bu oyunda 300 mü, 500 mü, tam bilmiyorum. Yazık yahu. Harcanan zamana yazık.
      Alakasız dipnot: Level aralarında çıkan küçük kız, Sünger Bob' un kurs hocası bayan Puff' ın çocukluk hali sanki.))

   


12 Şubat 2014 Çarşamba

Gargi


          Tanıştırayım: onun adı Gargi. 

     On yıl önce buldum onu. İsmini sevgilimle birlikte koyduk. Sonra da yanımdan ayırmadım. Yanımdan ayrılmadı desem daha doğru olur aslında. Çünkü onca ev değişikliği, şehir değişikliği, onca taşınma, yerleşme, onca eskilerden kurtulma operasyonu, evlenip barklanma, yeni evlere, yeni cicilere sahip olma...
        Bu kadar şey olurken hem maddi hem de manevi anlamda değeri olan bir sürü şey kaybettim. Ama bu oyuncak benim için özel olsa da o kadar önemsemediğim, koruyup kollamadığım halde hala burda, evimde. Belki önemseseydim; üstüne titrediğim o eski fotoğraf ya da yüzük gibi o da kaybolacaktı. 
       Bak, demekki çok değer vermek iyi birşey değilmiş bunun da sağlamasını yapmış oldum. 
          Dün ıvır zıvırların olduğu dolapta buldum onu. Kirlenmiş, onca yıldan sonra pörsümüş. Yıkadım, kuruttum. 
       Şimdi Gudu Oğlanın oyuncağı oldu. Gudu onunla oynuyor, görünce yüzü gülüyor. O, annesinin geçmişinin tanığı, anne babasının aşk tarihinin bir parçası.
      Onur' la birlikte Gargi' yi oğlumuzun çocuğu için saklamaya karar verdik. Eski bir oyuncak. Çirkin bir goril. Aile yadigarı olamayacak kadar komik. Ama o bizim Gargi' miz işte.