UA-48803772-1

13 Eylül 2014 Cumartesi

Baykuş Hikayesi

    Şu son bir kaç sezondur baykuş ne kadar revaçta di mi? Bir baykuş, iki kurukafa. Kurukafadan hiç hazmetmem. Ürkütücü olmasından ziyade sevimsiz, hiç bir zerafeti yok. Baykuş ise öyle şirin şekilde tasarlanıyor ki, eskiden sevmeyenler bile kullanıyorlar baykuşlu ürünleri. 
    Misal ben. 

    Peki ben niye sevmezdim? 
   Hep bu çokbilmişler yüzünden. Tarih boyunca çokbilmişler hep vardı.  Ve bunlar baykuşun uğursuz olduğuna karar vermişler ve öyle sürmüş gelmiş bu zamana kadar.  Niye, ne olmuş da vermişler? Hiç. Bununla ilgili bir kaç mistik hikaye duydum ama mantıklı bi açıklaması yok. Uğurun, uğursuzluğun ne mantığı olacaksa. Laf işte benimkisi de. Hayır, zavallı hayvandan ne istiyosunuz? 
   Sayenizde ben de küçükken baykuşları uğursuz hayvanlar olarak bilirdim. Hatta çocuk aklımla nerden duymuşsam baykuşla gözgöze gelenin ölümünün yakın olduğunu öğrenmiştim. Ne kadar feci. 
     Durum böyleyken benim baykuşlarla yüzyüze iki tane karşılaşmam var. 
     Ilki tam da böyle ne duysam inanacağım yaşta yani seneler, seneler öncesine ait.
    Ortaokulda sınıfça gidilen bir piknikteydik. Ben ve en yakın arkadaşım Deniz ( hala da öyle) keşfe çıkmış ve piknik alanından az biraz ötede dalları kırmızı kırmızı vişnelerle dolu bir ağaca rastlamıştık. Söylemeye gerek yok dadanmıştık tabi ki. Hatta diğer arkadaşlarımıza haber verip hep beraber ağacı talan etmiştik. ( aslında iyi çocuklardık biz, göz hakkı falan filan bir yere kadar, Allah affetsin ne diyeyim) sonra akşama doğru farkettik ki Deniz çok sevdiği saatini düşürmüş. Aramaya başladık. 
     Saati bulduk bulmasına da sevinmemize kalmadan bir ses; ikimiz birden dönüp baktık ve daldaki sevgili baykuşla gözgöze geldik. Allahım, bitmiştik biz. Al işte, sahibinden habersiz yediğimiz vişnelerin cezasını böyle genç yaşımızda ölerek çekecektik.( dedim ya iyi çocuklardık) 
    Hemen panikle olay mahallinden kaçtık. Pikniğin geri kalanında da tedirgin tedirgin oturduk. Hatta sonrasında da uzun bir zaman ya ölürsek diye korktuk. Çocukluk işte. 
    İkinci baykuş ile de birkaç yıl öncesinde eşimle ve arkadaşlarımızla birlikte yaptığımız Karadeniz gezisinde karşılaştım.Yavru bir baykuştu, ağaçtan düşmüş, yerde öylece yatıyordu. Yanımıza aldık. Ilk karşılaşmamızla arasından nerdeyse yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen yine az biraz tedirgin oldum, bilinçaltı diye bir gerçek var anacım. Ama ben gözgöze gelmekten kaçtıkça baykuşcuk boynunu çevire çevire gözlerini dikti durdu  gözlerime. Zaten öyle minik, öyle tatlı, öyle savunmasızdı ki karşı koyamadım. Bakıştık durduk. Biz şehirden o gece ayrılacağımız için bir arkadaşımızın orada yaşayan arkadaşına bıraktık. İnşallah iyi olmuştur baykuşcuk. 
     Iste böyle. 
   Bu anlattıklarımdan sonra bi daha bir baykuş ile karşılaşırsak ona tavrım daha sıcak olacaktır. Hayvanlarla kurduğum mesafeli ilişkiye rağmen belki onu okşayabilirim bile. 
    Yaratılanı, yaratandan ötürü sevmek gerekir di mi? Suizanda bulunmadan, merhametle. 
    Mesela bu çokbilmişlerden bazısı da incir ağacını uğursuz saymış. En çok da sevdiğim ağaçtır incir ağacı. Incir kadar kudretli bir meyve veren ağaç nasıl uğursuz olur? Onlara Kuran'ı Kerim de Tin (incir) Suresi nin varlığını hatırlatırım. Şöyle ki; 
      Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
      1- Andolsun o incire, o zeytine,
      2- Sinin (Sina) dağına 
      3- ve bu güvenli beldeye ki, 
      4- Biz insanı en güzel biçimde yarattık. 
      5- Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına kaktık. 
      6- Ancak iman edip yararlı işler yapan kimseler başka; onlar için kesilmez bir mükafat vardır.
      7- O halde artık sana dini ne yalanlatabilir?
      8- Allah hakimlerin hakimi değil mi?



Not: Incir ağacı dedim de aklıma geldi: Necip Fazıl ne büyük adamsın. Mekanın cennet olsun. ( devamı sonraki yazıda) 

2 Eylül 2014 Salı

Evlat Kokusu


    Hayatım boyunca hep kokulara karşı hassastım 
    Daha küçük bir çocukken evimizin sokağına dökülen kum yığınına yağmur yapınca beni o kumdan kimse çıkaramamıştı günlerce. Ne güzel kokuyordu. Mis. Sonra sokağımızın ileri gelenleri bende demir eksikliği olduğuna hükmettiler. Ben kumu yemiyodum ki, kokluyodum sadece. Bilmiyom ki sonra ne oldu.
    Sonra bi de annemin deterjan dolabı vardı ben küçükken. Şimdiki gibi deterjan dolaplarında milyon tane farklı temizleyici olmazdı. Hasır torbası içinde kalıp kalıp yeşil sabun ve içinden hediye bileklikler çıkan çamaşır deterjanı kutusu olurdu. O kadar. Yeşil sabunları koklamak için sık sık o dolaba girer otururdum orada. :)) sürükleyerek çıkarırlardı. Çok güzel kokuyordu ama. 
    Hala da yeşil sabun kokusuna hastayım. Hatta hamileliğimde yeşil sabuna feci şekilde aşerdim. Hatta ve hatta bir gün gizli gizli köpürtüp köpüğünden yedim. Ama tadı kokusu gibi güzel değildi. Neyse ki. 
    Sonra ben büyüdüm. Yeni şehirler gördüm.( her şehrin bi kokusu vardır bence.) yeni yemekler tattım. Çeşit çeşit parfümlere, kremlere, ıvıra zıvıra sahip oldum. Hep kokularına baktım da aldım. Kokusu güzel olan şey güzeldi benim gözümde. 
    Sonra bir sevgilim oldu. Onu kokusundan bağımsız çok sevdim. Bi süre sonra baktım ki zaten çok güzel kokuyormuş. Sahi aşk böyle bişey miydi?  Sevdiğin için öyle görmek. Ve ya öyle istediğin için hayatın karşına çıkarmış olması. Şirin bir denklem bu! 
    Yıllarca onun güzel kokusuyla mutlu mesut yaşadım. Hemen hemen bütün dallarda olduğu gibi, en güzel kokma dalında da birinciliği aldı. (Ne demiştik, aşktan di mi) Burnumu boynuna dayadığımda güvenli, huzurlu ve bana ait bir bahçeye gittim hep. 
    Sonra bizim oğlumuz doğdu. Işte kokunun ne demek olduğunu, insanı nasıl büyülediğini, insanın ruhuna nasıl hükmettiğini, nasıl içinde kaybolunduğunu o zaman anladım. Öyle güzel, öyle güzel kokuyordu ki oğlum birinciliği hemen kaptı. Kalbimin, aklımın, bütün hayatımın birincisiydi o artık. 
    Bahsettiğim öyle bir koku ki; görecelilik kavramının tepetaklak ediyor. Adına evlat kokusu diyorlar. Allah tarafından bahşediliyor. Sevmemek mümkün değil. Ki, sevgili peygamberimiz 'evlat kokusu, cennet kokusudur' demiş. Bundan ötesi var mı? 
    Bu yazıyı okuyan ben olsaydım ilk birincinin son durumunu merak ederdim. :))
Kocam hiç itirazsız tahtını oğluna bırakıp sessizce ikinciliği kabul etti oturdu. 
   Bazen şeytan dürtüyor. Onun da kalbindeki birincinin artık ben olmadığımı düşünüp huzursuz oluyorum. Ona o kadar aşığım ki, benden çok seviyor olduğu kişi oğlumuz bile olsa rahatsız oluyorum. Tuhaf bir ruh hali bu, düşününce rahatsızlık veren. Neyse, bu konuyu kapatıyorum. Herkese kokulu günler!!! 

1 Eylül 2014 Pazartesi

Bir blogger klasiği: blogunu ara ara boşlamak

        Ne olmuş buralara böyle.! Heryeri toz kaplamış. Nasıl bi hayat telaşesiyse benimki, aylar olmuş buraya uğramayalı. Çok özlemişim. O zaman bışlıyorum. ❤️❤️