UA-48803772-1

13 Mart 2014 Perşembe

Millicano

     Çoktandır merak ediyordum. Görür görmez hemen aldım. Çoktandır diyorum da yeni çıkan bir ürün zaten. Ama ben "her yeni çıkan şeyi hemen almazsa ölecek" hastasıyım. Ve söz konusu yeni şey yenecek içilecek bir şeyse beni kimse tutamaz.
      Piyasadaki en iyi hazır kahve markası bu bence. İçimi yumuşak bir kahve. Bu Millicano da fena değil. Tadı iyi.
                               


      Fekat ben şimdi içerken ne farkettim? :Türk kahvesinin yerini hiç bir şey tutamaz. Nokta. Hiç bir kahve Eminönü'nden alınmış mis kokulu Mehmet Efendi kahvesinin eline su dökemez. ( mis kokan Mehmet Efendi değil yanlış anlaşılma olmasın ehheh! )
     Yalnız Türk kahvesinin de bir sıkıntısı var benim için. Yalnız içilmiyor meret:) ben tek başıma Türk kahvesi içemiyorum. İlla iki fincan olacak. Yanında bir arkadaş, bir sohbet olacak. Belki bir sigara tüttürülecek. Kuru kuru  hiç keyif vermiyor.
     Belki kahve kenarına bir minik lokum, bir badem şekeri konulmasının nedeni de budur. Türk kahvesi bir ritüeldir ve aslına uygun içilmelidir. Zaten baktığımda  hazır kahvelerin popüler olmasıyla bizim yalnızlaşmamız, yabancılaşmamız paralel bir şekilde ilerlemiş.
       Millicanodan girip sosyal tespitten çıktım ya, ben kendime ne diyeyim asıl.
       Neyse, afiyetler efenim. 

8 Mart 2014 Cumartesi

Kadınlar Günü

      Bugün kadınlar günü. Ya da bazılarının deyimiyle "Dünya Emekçi Kadınlar Günü". İsimde bile bir dayatma var. 'Emekçiysen bu gün senin günün. Sen emek verirsen belki seni sayabiliriz.' dermiş gibi . Onu bırak sanki emekçi olmayan, emek vermeyen kadın varmış gibi. Varsa da ben rastlamadım hiç. Şu âhir ömrümde tanıdığım bütün kadınlar alabildiğine emek veriyor hatta paralıyor kendini. Buna ben de dahilim. 
    Ne tuhaf! Kutlamalar, mesajlar, çiçekler bir yanda. Bir yanda kadına yönelik şiddetin son bulmasına dair sosyal mesajlar. Tuhaf, çünkü tam 157 yıl önce kadınlara "ne kadar da mutlusunuz, e kutlamaları, hediyeleri, özel günleri falan da seviyorsunuz, hadi mutluluğunuza mutluluk katalım, bu gün sizin gününüz olsun, her yıl kutlayalım" dediler sanki 8 Mart için. 
    O gün onlarca kadın yanarak öldü. Geçen onca yıldan sonra hala o onlarca kadının ölüm yıldönümü olan bu günde "kadınlar şiddet görmesin, tecavüze uğramasın, ölmesin" temennilerinde bulunulması ne kadar trajik bir paradoks. 
        Kutlamayın kadınlar günü falan. 8 Mart'ta sizin olsun. 

Düşmeden Önce (anneni) Düşün Gudu!

     Bu yavrucuklar yürümeye başlayınca neden hep düşer ki. Guduyla başım bu ara dertte. Hep düşüyor, her düştüğünde kafasını yere çarpıyor, ne kadar dikkat edersem edeyim o kafa çarpıyor yere. Ne yapsak olmuyor. Bir de nasıl beceriyorsa, halının üstündeyse bile, kafa yere değecek pozisyonda düşüyor, ya da halıyla dolap arasındaki bir karış açıklığa denk geliyor kafası. Artık gerçek üstü çözümler buluyoruz babasıyla. O komple yorgandan yapılma yumuşacık bir oda düşlüyor. Ben Gudu için kafamda, astronotlarınki gibi puf puf, şöyle kasklı falan bir kostüm tasarlıyorum. O şartlarda yavru nasıl yürüyecek, o ayrı bir konu tabi. Hatta geçen gün uzayda yaşasak hiç düşme problemimiz olmazdı diye hayıflandık. 
       Ah oğlum! Çok üzülüyorum. 
   Bu annelik ne zormuş, böyle basit bir düşmede bu kadar üzülüyorum ya, başka anneleri düşünüyorum, yavruları hasta olanları, yavrularından uzak düşenleri, yavrularına yedirecek yemek bulamayanları, en acısı yavrularını kaybedenleri, savaşla, yoklukla, mutsuzlukla, acıyla, çaresizlikle yaşamak zorunda olup, hem de anne olanları. Kimbilir nasıl zordur. 
     Esasında insan olmak zor, yaşamak zor da, bir de o kutsal sorumluluk, o hastalıklı sevgi, o deli cesareti, o sonsuz merhametle, o nedenli nedensiz vicdan azabıyla, yani evlatla, evlatlarla yaşamak daha zor. 
      Allahım kimseyi çaresiz bırakmasın, kimseyi evladıyla sınamasın.